Günlüğümün 28.01.2008 tarihli sayfasından,
Bu gezimiz sabah saat 06.00 da Bakırköy’den ilk katılımcıların karşılanmasıyla başladı,sırasıyla Taksim,Yıldız ve enson da Altunizade’den bir grup arkadaşı aldık.Artık bizim için iki gün sürecek İstanbul’dan kaçış planı başlamış oldu.
Eskihisar’a kadar yeni arkadaşlarla tanışmış,eski arkadaşlarlada bir hafta ara bile olsa hasret gidermiş olduk.Eskihisardan arabalı vapura bindik,bizi yine çok lezzetli yiyeceklerle hazırlanmış bir kahvaltı bekliyordu biliyorum ama havanın rengide okadar güzeldiki ,çok da soğuk olmasına rağmen biraz dışarıda kalarak fotograf çekmeye başladım.Ben işi uzatınca içeriden arkadaşlarım artık gel kahvaltıyı kaçıracaksın demeye başladılar.Sevgili İlkay bu sefer bizlerle birlikte olamadı ama ,bizler için hazırlamış olduğu lezzetlerle aramıza katılmış oldu.Ellerine sağlık sevgili İlkay yine her şey dörtdörtlüktü.
Topçular’da vapurdan indiğimizde artık aramızda yeni tanışılmış,eskiden tanışılmış gibi bir kavram kalmamıştı.Herkes kaynaşmış durumdaydı.
Yalova’dan Bursa yönüne doğru ayrıldığımızda,görüntü birden bire çok güzelleşti.Etrafımızdaki dağlar tepeler bir kaç gün önce yağmış olan karın etkisiyle bembeyazdı.Kaptanımız sevgili Kadir sayesinde yine çok rahat bir şekilde Bursa’ya kadar geldik.Artık tam dağ yoluna sapmıştıkki sağda iki kişi gördüm şaka olsun diye hadi onlarıda alalım diyecektimki sevgili Kadir sağa sinyal verip durdu.İşte yine Emrah bizim için müthiş bir sürpriz yapmıştı.Yürüyüşe başlayacağımız Sarıalan’a kadar canlı müzik eşliğinde hem kulağımızın pasını silerek hemde dışarıdaki müthiş görüntü sayesinde gözlerimize ziyafet çekerek oldukça keyifli bir yolculuk yapmış olduk.
Sarıalan’da aracımızdan indik,sevgili Kadir’le vedalaştık o bizi Kirazlıyaylada öğlen yemeğimizi yiyeceğimiz otelde bekleyecek.
Hemen malzeme kontrolü yapıldı,soğuk hava şartlarında bizleri koruyacak olan dış giysilerimizi ,tozluklarımızı giydik.Ormanın içinden Kirazlıyayla’ya doğru yürümeye başladık.Bol karda yürümek insanı oldukça yoruyor bir de üstüne yokuş çıkmaya başlanınca daha da yorucu oluyor haliyle.Düz yerlerde ve yokuş aşağı inerken bol sohbet ve kahkalar eşliğinde yürünürken yokuş yukarı,kimimizi çekerek kimimizi ittirerek yardımda bulunarak tepeler tırmandık,yokuş aşağı indik,yürüyerek inemediğimiz yerde oturup kayarak indik,derelerin üzerinden taşlara basarak geçtik,karlar üzerinde yaban hayvanlarının izlerini gördük.Bu sene kar fazla olmadığı için ayılar henüz kış uykusuna yatmamış (Uludağdaki görevli Jandarmalardan aldığımız bilgi bu yönde).Ama biz yinede müthiş derecede eğlenerek son tepeye çıkmıştıkki uzaktan dumanı tüten bir baca gördük.Artık yorulmuştuk ve acıkmıştık,her kes o görüntüyü görünce bir an önce otele varabilmek için hızlandı.
Güzel bir açık büfe öğle yemeği yedik,dinlendik,ısındık.Şimdi günün ikinci bölümü için hazırdık.Ben çok sabırsızlanıyordum,çünkü bu aktiviteyi ilk defa yapacaktım.Ama ne kadar keyifli bir şey olduğunu arkadaşlarımın mutluluk seslerinden biliyordum (Ilgaz kar tırmanışı yazımda anlatmıştım).
Aracımıza binerek oteller bölgesine ulaştık.Kayak yapmak isteyen bir kaç arkadaşımız ve bir kafede oturup keyif yapmak,sohbet etmek isteyenler bizden ayrıldılar.Bizde kızaklar için ayrılmış ama şansımıza bomboş olan bir bölüm bulduk.Hepimizin elinde küçük plastikten kızaklar,bir arkadaşımız bize bunun nasıl kullanılacağını gösterdi.Evet çok zevkli ama denemem için pistin yarısından başlamam lazım.İlk deneme çok az kayabildim nede olsa bir tedirginlik var,iki,üç ;bu harika bir şey.Birde en tepeden kaydım tamam.Ondan sonra arka arkaya yedi sekiz kişi eklenerek kaymaya başladık kimimiz yarı yolda istemeyerek kopup kendi kendimize kaymaya devam ediyorduk ,kimimiz birbirimizin yoluna çıkıyor takılıp kalıyorduk.O kadar yürüyüp yorulduğumuz halde çocuklar gibi neşe içerisinde her yerimiz kar olana kadar eğlendik.
Artık sıra bir dağ klasiği olan sucuk ekmek ve sıcak şarap kısmına gelmişti.Bizden ayrılan diğer arkadaşlarımızı toparlayıp bir araya geldik bir kaç arkadaş kar motosikletiyle yukarıya çıkmak istediler ama o saatte henuz kayak yapıldığı için izin vermediler.Bir kısmımız telesiyej ile çıktık,diğer arkadaşlar kayak saatinin bitmesini beklediler.Yukarıya yanımıza geldiklerinde karmotosikletinin ne kadar keyifli bir araç olduğunu ,kullanan arkadaşlarında ne kadar hoşsohbet ve cana yakın insanlar olduklarını anlattılar.Önce herbirimiz birer ikişer sıcak sahlep içip şöminenin başında ısınarak kendimize geldik.Kar motoruyla ulaşımı sağlayan arkadaşlarda bize katılınca sucuk ekmek ve sıcak şarap faslına geçtik.Hava güneşli ve gökyüzü açık olduğu için oldukça etkileyici bir güneş batışı izledik.Bu güzelliği ölümsüzleştirmek içinde bol bol fotograf çektik.
Güneş battı hava iyice karardı;artık tekrar oteller bölgesine inmemiz gerekiyor.Çünkü Mudanya’ya gideceğiz.
Kafeden dışarıya çıktığımızda gece karanlığı çökmüştü.Kafamı gökyüzüne çevirip baktığımda yıldızlar irili ufaklı göz kırpıyordu.Tarifi mümkün olmayan güzellikte bir görüntü vardı.Kafenin hemen önünde bulunan teleskinin kullanımı için açılmış olan ezilmiş karı sol tarafımıza alarak aşağıya doğru ,inmeye başlamıştıkki başka bir muhteşem görüntü çıktı karşımıza hemen aşağısı oteller bölgesiydi,her yer ışıl ışıldı.Aşağıya indiğimizde otellerin pistlerinde bizim akşam üzeri yaptığımız gibi kızakla kayıp kahkahalarla gülen insanları görünce,bizimde gözümüzün önüne kendi halimiz geldi ve kendimizi gülmekten alamadık.
Güzel bir yolculukla güle oynaya Bursa’nın gece manzarasını seyrederek Bursa’ya buradanda Mudanya’ya kalacağımız otelede yarım saat içersinde ulaştık.
10.30 da otelin barında gorüşmek üzere her kes odasına çekildi.Kimi dinlenmeyi tercih etti,kimi zaten gripti (ama azimle hem spor yapmak hemde bu zor bulunur güzelim dostluktan geri kalmamak için yinede bu parkura katılmıştı) onlarla ertesi gün kahvaltıda buluştuk.Bir kaç arkadaş sauna keyfi,bir kaç arkadaşta Türk hamamı sefası yapmak istediler ama sonuç olarak hepimiz barda buluştuk.Barın olduğu yer yüksek ve ahşap tavanlı bir yapı,içerisi oldukça ferah,sigara dumanından rahatsız olmuyorsunuz havalandırmasıda oldukça iyi çalışıyor.Üç seneden bu yana sigara kullanmadığım için bu konu beni fazlasıyla ilgilendirir hale geldi.İki genç delikanlı gitar çalarak canlı müzik yapıyorlardı.Hep birlikte hoş bir şekilde eğlendik.
Biraz otel hakkında da bilgi vermek istiyorum.
Otel,sahil boyunca uzanan upuzun bir yapı çünkü burası eski bir tren istasyonu.Önünde bina boyunca uzanan bir de terası var,denize sıfır konumunda.Ortadaki bina otel olarak kullanılıyor, yanlardaki binalar ise lokanta,kafeterya,toplantı salonu,sergi salonu olarak kullanılıyor.Dokunduğunuz her şey mis gibi tertemiz.Koltuklar yataklar rahat,yiyecekler lezzetli.Herşey çok düzdün olduğundan dolayı otele talepte oldukça fazla,bu talep karşısında da otel sahibi binanın 40 odasına ek olarak 100 odalı bir bölüm daha eklemiş.
Şimdi birde tren istasyonu nasıl otel haline dönüştürülmüş onu yazayım sizlere.
Mudanya ilçesinin sahiline 1849 yılında Fransızlar tarafından bir gümrük binası yapılmışKörfezin hareketli yerlerinden olan Mudanya iskelesindeki bu görkemli bina dönemin en göz alıcı mekanıymış.1874 yılına gelindiğinde Mudanya’yı Bursa’ya bağlayan demiryolu hattı hizmete girmiş.
Ve önce gümrük ambarı olan bina “Mudanya Tren İstasyonu” haline getirilmiş.Mudanya-Bursa demiryolunun tek yönlü olması ve diğer hatlara bağlanamaması nedeniyle 1955 yılında tren kaldırılmış.Hat söküldükten sonra, istasyon binası da zaman zaman depo ve antrepo olarak kullanılmaya başlamış.Uzun süre boş kalmış ve bu dönemde tarihi bina ihmalin kurbanı olmuş,yıpranmış.1989 yılında, harabe halindeki istasyon binasının tekrar yaşama döndürülmesine karar verilmiş.Yatırımcısı Fahri Esgin’in girişimleri ve Yüksek Mimar Mehmet Alper ile Yüksek Mimar Mehmet Nursel’in birlikte üstlendikleri restorasyon projesiyle Mudanya Belediyesi’nden kiralanan bina üç buçuk yılda, çok titiz bir çalışma ile bugünkü biçimine ulaştırılmış.145 yıllık binanın içindeki çok sayıda yapı malzemesi düzeltilerek ve sağlamlaştırılarak yeniden kullanılmış.
Arkadaşların aşağıya inmesini beklerken,denize paralel şekilde uzanan terasa çıkıp biraz manzara seyretmek istedim.Nasıl muhteşem bir görüntü vardı kelimelerle anlatmak çok zor.Portakal renginde ,dolunay olmasada kocaman bir ay ve şavkıda denize vurmuş,içeridende vals ritminde çalan müzik sesi geliyor.Uzun süre bu manzarayı seyredip müziği kendi kendime mırıldanmaya başladım.Arkadaşlarda tek tek lobiye inmeye başladılar.Bir süre bu güzelliği beraber seyrettik sonrada biraz eğlenmek,sohbet edip müzik dinlemek için otelin şirin barına geçtik.
Sabah zengin bir açık büfe kahvaltıdan sonra otelden ayrıldık.İlk durak tarihi mütareke evi.Yukarıda fotografta gördüğünüz ev Mudanya’da Türk kurtuluş savaşı’nı sonlandıran Mudanya Mütarekesi’nin imzalandığı evdir.
Rus asıllı tüccar Aleksandr Ganyanof’a ait olan ev, Mudanyalı iş adamı (şeker kralı) Hayri İpar tarafından satın alınarak onarılmış ve 1937 yılında Mudanya Belediyesi’ne bağlı bir müzeye dönüştürülmüş. 1959 yılında Eski Eserler Genel Müdürlüğü’ne devredilmiş.
Bodrum ve çatı katı dışında 2 katlı ahşap olan ev 19.yy sonlarının mimari yapısına sahipmiş. Arsa alanı 800 meterekare, bina alanı 400 metrekare olup, 13 odası ve 2 büyük salon bulunmaktaymış biz sadece birinci katını gezebildik. Birinci katta mütarekenin imzalandığı salon ve görüşmelerde Türkiye’yi temsil eden İsmet İnönü’nün çalışma odası, üst katta İsmet Paşa ve yaverlerinin yatak odaları bulunmakta. İsmet Paşa’nın çalışma odasında Paşa’nın kızgın olduğu bir anda yumruğu ile ikiye böldüğü mermer masada sergileniyor. Mütareke dönemine ait eşyaların korunduğu evde o döneme ait fotoğraflar ve belgeler de sergilenmekte.Fotograflar çok etkileyici.
Evin hemen karşısında Mütareke anıtı bulunuyor.İsmet İnönü’nün heykelini taşıyan kaidenin ön yüzünde şunlar yazılı.
MÜTAREKE ANITI
GARP CEPHESİ ORDULARI KUMANDANI VE EDİRNE MEBUSU
FERİK İSMET PAŞA HAZRETLERİNE
TARAFI DEVLETLERİNDEN İHZAR VE SEVK VE İDARE EDİLEN ORDULARIN
KAZANDIĞI BÜYÜK ZAFERİN İLK VE MÜHİM SİYASİ NETİCESİNİ BEN
MUDANYA KONFERANSINDAKİ DEVRİ ENDİSANE MESAİNİZLE İSTİHSAL
ETMİŞ OLDUĞUNUZDAN DOLAYI ARZ-I TEBRIKAT VE TEŞEKKÜRAT
EYLERİM.İŞBU TEBRİKAT VE TEŞEKKÜRATIMI TAKTİM EDERKEN BAŞ-
KUMANDANI OLMAKLA MÜFTAHİR BULUNDUĞUM TÜRKİYE BÜYÜK
MİLLET MECLİSİ ORDULARININ KUDRETLİ BİR KUMANDANINA VE RİYA-
SETİNDE BULUNMAĞI EN BÜYÜK ŞEREF BİLDİĞİM MECLİS-İ ALİNİN NECİP
VE FEDAKAR BİR MENSUBUNA KARŞI LAZIM-ÜL-İFA BİR VAZİFEYİ EDA
ETMEKTE OLDUĞUMA KANİ İM EFENDİM.
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ REİSİ
BAŞKUMANDAN
GAZİ MUSTAFA KEMAL
Birazda çevredeki güzelim eski ahşap evleri seyredip fotografladıktan sonra tekrar yola çıktık şimdi Trilye’ye gidiyoruz.
Mudanya’dan Trilye’ye geçtik.Yol biraz virajlı ama manzara harika, seyretmeye doyamadığım en sevdiğim ağaç,her yer zeytin ağaçalarıyla kaplı ve aşağıda masmavi bir deniz.
Trilye’de aracımızı limana parkedip etrafı dolaşmaya başladık.Limanda küçük dükkanlar kurulmuş ve hanımlar burada zeytin ve zeytinyağı gibi yerel ürünler satıyorlar.Hanımlardan bir tanesi dükkanının kapısında oturmuş çok hoş ve işe yarayacak bir boyun atkısı örüyordu.Bende örgü örmekten çok keyif alırım.Hemen hanımla biraz sohbet ettik,tabi ben sohbete dalınca bizimkilerin ilerlediğini görüp hanımla vedalaştık.
İlk durak yukarıda fotografını gördüğünüz kiliseden camiye çevrilmiş olan “Fatih Cami ” oldu.Kapısında şöyle bir bilgi vardı:
“Fatih Camii
H.Stephanos Kilisesi
Kenolakkos Manastırı Kilisesi
Trigleia Manastırı’nın İsa Kilisesi
Trigleia Manastırı Kilisesi
Çeşitli araştırmacıların yukarıdaki farklı isimlerle adlandırdığı yapı orjinalinde bir Bizans Kilisesidir.Araştırmacı Evangelides’e göre kilise 720-730 yılları arasında inşaa edilmiş Kenolakkos Manastırı’na aittir.Orjinalinde ise Trigleia Manastırına ait İsa Kilisesidir.Çeşitli bizans kaynakları değerlendirilerek İmparator V.Leo (813-820) döneminde kilisenin baş rahibinin işkence edilerek öldürülen Stephanos olduğu tesbit edilir.Bu veriye göre kilise 800 yılından önce tarihlenir.Camiideki kitabelerden kilisenin Hacı Hasan tarafından 968 (Hicri) 1560-1561 (miladi) yılında Tirilye’nin Türkler tarafından fethi ile birlikte Fatih Camii adı ile ibadete açıldığı anlaşılmıştır.”
Trilye’nin bir başka ilginç yapısı (yukarıda merdivenleri ve ön cephesi görünen) 1909 yılında yapılmış ve 10 yıl öncesine kadar eğitime hizmet vermiş okulu. Okulun öğrencileri arasında , Başpiskopos Makarios var.
Döneminin Bati mimarisini yansitan Neo-klasik tarzda bir yapıdır.
Iskele caddesinin batısındaki tepede bulunan yapının üzerindeki bir taş oymadaki yazıda “M. MYPIDHS APXITEKTWN 1909” ifadesinden mimarı ve yapım yılı anlaşılabilir. Bu okulun müdürü, sonradan Izmir Metropoliteni olan Chrisostomos’tur. Bu bina 1924 tarihinde şehit, öksüz, yetim çocukların okudukları Darel Eytam Okulu olarak Kazım Karabekir Paşa tarafindan açılmıştır
Eski bir kilise binası olan Dündar Evi, Rumların bölgeyi terk etmesi ardından özel mülkiyetin olmuş. Bu gün halen konut olarak kiralanan bu eski kilisenin içinde 3 aile oturmaktaymış. Ana giriş, kemerli taş bir kapıdandır. Giriş bölümü 3 katlıdır.
Giriş katında pencereler küçük ve karedir. Ikinci katta pencereler daha büyüktür ve dikdörtgendir. Üçüncü katta ise pencere üstleri kemerle tamamlanır.
Kemerli Kilise
1676’da Dr.J.Covel tarafindan hazırlanan el yazması bir belgede,kilisenin Panagia Pantobasilissa’ya (Bakire Meryem) adandığı belirtilmektedir.Ilk yapı,duvar tekniği ve başka özellikleri göz önünde bulundurularak XIII.Yüzyıl sonlarında yapıldığı kabul edilmektedir.
Trilye Evleri
Evler; ahşap ve kerpiç olarak genellikle üç katlı ve eğimden yararlanılarak yapılmışlardır.
Bizans-Rum mimarisini yansıtan evlerin giriş katları, yaz aylarında serin olan ve oturulabilen asıl işlevi ise, zeytin mahzeni ve ocaklık olan taşlık, ikinci katlar ise alçak tavanlı ipek böcegi üretimi için kullanılan ara kattır. Üst kat evin oturma alanı olan en yüksek tavanlı, ince uzun pencereli bölümüdür.
Birde Trilye’yle ilgili bir kaç rivayet yazayım:
-Cenevizliler zamanında, Sivzi, Trilye ve Kapanca’da üç köy varmış. O yılların korsanları bu köylere sürekli saldırırlarmış. Köy halkı dağınık kalırlarsa saldırganlarla baş edemeyeceklerini anlamışlar ve üç köy şimdiki Tirilye’de toplanmış ve Tirilye oluşmuş.
– M.S 376’da Hristiyan din adamları, İznik’te toplanmışlar. İznik konsülü diye tarihe geçen olayla din adamları arasında yorum farkları ortaya çıkmış. Aya Yani, Aya Yorgi ve Aya Satri adlarında üç papaz, başpiskoposla anlaşmazlığa düşünce afaroz edilmişler. Onlar da Tirilye’nin bulunduğu yere gelmişler . Bu üç papazdan ötürü, “Tri: üç; İlya: papaz” buranın adı Tirilya olmuş.
– Bir başka rivayette ise Latince Trilye “kırmızı balık, barbunya” anlamına geliyor. Dere ağzında bol miktarda barbunya balığı bulunurmuş ve buradan Dogu Roma İmparatorlarına barbunya balığı götürülürmüş.
Rivayetler bir yana, 1330’lu yillara kadar Bizans kasabası olan Trilye sonraları, Osmanlı kasabası olmuş. 1900 başlarında “Mahmut Şevket Paşa” kasabası, 1963 yılında ise Zeytinbağı ismiyle anılmaya başlamış.
Çevreyi gezerken birde Emil İsmail’in zeytin ve zeytinyağı satış yerine girdik.Zeytinlerin lezzetine ,yağın nefasetine diyecek yok.Tabi hemen alışverişimizi yaptık.Halis zeytinyağı kullanılarak üretilen el yapımı sabunlardan almayıda ihmal etmedik.
Alışverişimizide bitirdikten sonra öğlen yemeğimizi yemek için eski belediye başkanı sayın Hüseyin Kara’nın Liman lokantasına gittik.Hamsi başta olmak üzere taptaze mevsim balıkları,karışık salata,kalamar,fırında tahin helvası yiyerek gezinin Trilye bölümünü bitirmiş olduk.
Karacabey tarafına doğru yola çıktık.Bu yolunda manzarasını çok severim.Yine her taraf zeytinliktir çünkü.Yer yer küçük yerleşim birimleri,dereler eşlik eder yol boyunca.Bu sefer hava kapalı olmasına rağmen çok ta hoş bir ışık vardı gökyüzünde (fotograf için çok hoş bir görüntü olurdu ama yapacak bir şey yok).
Bursa-Karacabey yoluna gelip Bursa yönüne devam ederek Uluabat-Gölyazı-Ağlayançınar yazısı bulunan levhayı görünce ana yoldan sağa doğru ayrıldık.
Nasıl güzel bir görüntü,hava bulutlu olduğu için grimavi bir renk hakim,gölün karşı kıyısında sol tarafa doğru Uludağ tepesi karlı ve bir bulut çöreklenmiş,kar yağıyor.Daha aşağılarda bir yerlere sis çökmüş.Daha aşağıda artık göl seviyesinde bir cami minaresinin aksi göle vuruyor,yansıma minarenin gerçek boyununu üç misli neredeyse gölün ortasına kadar geliyor (ne yazıkki bu manzarayı görüntüleyemedim).Bu görüntüye hayran hayran dalıp gitmişken,göl seviyesine indiğimizde sağ tarafta göz alabildiğine sazlıkları gördük,bunların görüntüsüde çok hoştu.Ne tarafa bakacağımı şaşırdım sol taraftada tarihi bir kilise kalıntısı vardı.
Ağlayançınarın önünde araçtan indik.Tabi hemen çınarın önüne konmuş olan yazıyı okudum şöyle yazıyor:
“Apolyont
Tarihin verdiği yorgunlukla yan yatmış ulu bir çınar…
Lakin,yaşamaktan umudunu kesmemiş,uzanmış öylesine bağrı yanık ,yaprakları hüzün,içi kan ağlarcasına savaşlara,acılara,kara sevdalara,tercüman olurcasına,ardında sevgi bahçesi,açamayan gonca bir gül;önün, oluk oluk göz yaşlarının eseri,koca bir göl.
Mehmet Okatan”
Hava biraz esintili ve her an bir fırtına patlayacakmış gibi bir görüntüde olduğu için gölde tekneyle gezinti yapamadık ama bir köprüyle karaya bağlı olan adayı adım adım dolaştık,antik Lapedium kentinin kalesinin kısmen ayakta kalan surlarını,antik kentin taşlarının bahçe duvarlarının parçası olarak gördük,sütun başlıklarının gelişigüzel gölün kıyısına bırakıldığını üzülerek tespit ettik,bol bol fotograf çektik,çaylarımızı içtik.
İstiklal Savaşına kadar Rum köyü olan Gölyazı’nın şimdiki sakinlerinin çoğu mübadelede Selanik’ten gelmişler, balıkçılığı burada öğrenmişler. Gölde turna, biraz sazan çıkıyor. Köylülerin “Feki” dediği küçük bir balık türü en çok çıkanı. Köy yalnız balıkçılıkta değil, ticarette de ustalaşmış. Ama bir zamanlar kerevitten sağladıkları iyi kazancı yitirmişler. Kerevit eskisi kadar bol değil. Sorarsanız herkes başka bir neden ileri sürüyor. Ama galiba hepsi birden etkili olmuş. Nilüfer Çayı Bursa’nın bütün pisliğini göle taşıyor, köyün lağımları da göle akıyor, fazla ve kötü avlanma da eklenince bugüne gelinmiş. Balıkçılar ise göçmen kuşların taşıdığı mantar hastalığını ileri sürüyorlarmış.
Artık geri dönüş için yola çıkma zamanı geldi,araca binince bir süre sessizlik oldu.Büyük şehire geri dönüş bir yandan,bir yandan da birbirimizden ayrılacağımız için bir hüzün çökmüştü hepimize.
Ama yinede bol sohbet ,gelecek gezilere yönelik planlarla kendimizi motive etmeye çalıştık.
Sevgili Emrah;bu kadar dopdolu hem kültür,hem aktivite,hemde lezzet olarak,bizi şaşırtacak ve mutlu edecek sürprizleride düşünerek hazırlamış olduğun program için çok çok teşekkür ederim.Yine her zamanki gibi her şey mükemmeldi.Sevgili İlkay bu sefer sensizdik,gönlüm seninde olmanı çok arzu etti.Bizimle olamadığın halde bizler için hazırlamış olduğun birbirinden lezzetli yiyeceklerle yine yanımızdaydın.Ellerine sağlık,çok çok teşekkürler.Ve sevgili arkadaşlar hepinize ayrı ayrı teşekkür ederim,hep birlikte unutulmayacak bir haftasonu daha yaşadım.